Sahaflar Çarşısı 1950 yılında çıkan yangından sonra tamamen yanmıştır ve içinde bulunan binlerce yazma eser kül olmuştur. İstanbul Belediyesi yanmayan yerleri kamulaştırıp, ahşap dükkânları da betonarmeye çevirerek, çarşıyı bugünkü mimari durumuna getirmiştir. Ayrıca çarşının ortasına da ilk Türk matbaacısı olan İbrahim Müteferrika’nın büstünü yerleştirmiştir. Bugün çarşıda 17’si çift katlı, 23 dükkân bulunmaktadır.
Sultan 1. Mahmud tarafından 1748 yılında yaptırılan Nuruosmaniye Camisi'nin inşasıyla başlayan külliyenin yapımı, 1. Mahmud'un erken vefatı dolayısıyla kardeşi 3. Osman zamanında, sadrazam Mehmet Said Paşa'nın gayretiyle mimar Simeon Kalfa ve Mustafa Ağa yönetiminde 1755 yılında tamamlandı.
İstanbul'un önemli ticaret merkezlerinden Kapalıçarşı'nın Nuruosmaniye çıkışında ve İstanbul'un yedi tepesinden ikincisinde yer alan, cami, hünkar kasrı, çeşme, kütüphane, iki sebil, medrese, türbe, aşevi ve dükkanlardan oluşuyor.
Çemberlitaş sütunu efsanesi; Hz İsa’nın gerildiği haçın tahtalarının, çivilerinin ve kafasına takılan dikenli telin, bu sütunun altına gömüldüğü rivayetine dayanır. Kimi yazarlara göre emanetleri Kudüs’ten getirten Konstantin’in bizzat kendisi iken, kimi yazarlara göre de bu annesi Helena’dır. Çemberlitaş’ın altında bir yer altı mezarı bulunur.
Kimi Hıristiyanların inancına göre Fatih Sultan Mehmet Han, fetihten sonra 11. Konstantin’in naaşını hiçbir zaman bulamadı. İnanışa göre aslında imparator, Çemberlitaş sütunun altında yatıyor. Bir gün Hıristiyanlar (Yunanlar) tekrar İstanbul’u ele geçirdiklerinde yattığı yerden kalkacak ve Müslümanları meydandan uzaklaştıracak.
II. Mahmud Türbesi, Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecid Han’ın babası Sultan II. Mahmud Han için İstanbul’da inşa ettirdiği, sonradan diğer padişah ve Osmanlı Hanedanı üyelerinin de defnedildiği bir türbedir. 1840 yılında tamamlanan türbe İstanbul’un Fatih ilçesi Çemberlitaş semtinde Divanyolu caddesinde yer almaktadır.
Ayasofya aynı yere üç kez inşa
edilmiş bir eserdir. Günümüzdeki Ayasofya “Üçüncü Ayasofya” olarak
bilinmektedir. Ayasofya’nın ilk inşaatı Hıristiyanlığı Roma İmparatorluğu’nun
resmi dini olarak kabul eden I. Konstantin döneminde başlatılmıştır.
İstanbul’un yedi tepesinden birincisi üzerinde ahşap çatılı bir bazilika olarak
inşa edilen ve o dönemde ‘Büyük Kilise’ ismiyle anılan bu yapının açılışı, 360
yılında II. Konstantin döneminde gerçekleşmiştir. 404 yılında başlayan isyanda
çıkan bir yangın neticesinde büyük ölçüde harap olan bu yapıdan günümüze ulaşan
bir kalıntı bulunmamaktadır.
İkinci Ayasofya, İmparator II.
Theodosius tarafından birincisinin üzerine inşa ettirilmiş ve 415 yılında
ibadete açılmıştır. Yine bazilika şeklinde ve ahşap çatılı olarak inşa edilen
bu yapı ise, 532 yılında İmparator Jüstinyen aleyhinde çıkan Nika
Ayaklanması’nda isyancılar tarafından yakılıp yıkılmıştır.İmparator Jüstinyen
isyanın hemen ardından ilk ikisinden çok daha büyük ve görkemli bir Ayasofya
yaptırmaya karar vermiştir. Üçüncü Ayasofya Bizans İmparatoru I. Jüstinyen
tarafından 532-537 yıllarında inşa ettirilmiştir.
Doğu Roma’nın İmparatorluk
Kilisesi olarak kullanılan Ayasofya, tarih boyunca isyanlar, savaşlar ve doğal
afetler yüzünden sık sık tahrip olmuştur. Ayasofya en büyük yıkımlardan birini
1204’te 4. Haçlı Seferi’nde şehrin istila edilmesiyle yaşamıştır. Haçlılar tüm
şehirle birlikte Ayasofya’yı da yağmalamıştır. İstanbul’da 1204 yılından 1261
yılına kadar süren Latin işgali müddetince Ayasofya, Roma Katolik Kilisesi’ne
bağlı bir katedrale dönüştürülmüştür.
Ciddi hasarlar almış olan
Ayasofya, İstanbul’da tekrar Doğu Roma idaresinin sağlanmasının ardından
tamirlerle ayakta tutulmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte, yapılan tamiratlar
yetersiz kalmış ve 1346 yılında Ayasofya’nın doğudaki başkemeri ve kubbenin bir
kısmı çökmüştür. Latin istilasından İstanbul’un fethine kadar geçen dönemde
Ayasofya en karanlık çağını yaşamıştır. İki defa yıkılıp üçüncü kez inşa
edilen, yüzyıllar boyunca savaşlar ve isyanlar nedeniyle tahrip edilen,
bakımsızlık ve mimari hatalar yüzünden belirli kısımları çöken Ayasofya,
İstanbul’un Fatih Sultan Mehmed Han tarafından fethine kadar sürekli yıkılma
tehlikesi altında varlığını sürdürmüştür. Ayrıca, Katolik-Ortodoks mezhep
kavgası yüzünden mabedin sosyolojik ve sembolik anlamı da büyük zarar
görmüştür.
Osmanlılar fethin nişanesi olarak
kabul ettikleri ve kıymet verdikleri Ayasofya Camii’ne Fatih Sultan Mehmed
Han’dan itibaren büyük özen göstermiş, bakım-onarım faaliyetlerini sürekli hale
getirmiş ve camiyi eskisinden çok daha sağlam bir yapıya kavuşturmuştur.
Bilhassa Mimar Sinan’ın Ayasofya’ya yaptığı eklemeler ve düzenlemeler, bu
insanlık mirasının bugün hâlâ ayakta kalmasında çok büyük rol oynamıştır. Ayasofya’nın
ilk minaresi de Fatih Sultan Mehmed Han döneminde ahşaptan inşa edilmiştir.
Uzun yıllar varlığını sürdüren bu minare 1574 yılındaki büyük tamiratta
kaldırılmıştır. Ayasofya Camii’nin ikinci minaresi ise, Sultan II. Bayezid Han
döneminde tuğladan inşa edilmiştir. Ayasofya’ya en fazla ilgi gösteren Osmanlı
padişahlarından biri de Sultan II. Selim Han’dır. Binanın yorgunluk emareleri
göstermesi üzerine II. Selim Han, Mimar Sinan’ı Ayasofya’nın bakım ve onarımı
için vazifelendirmiştir. Doğu Roma döneminde defalarca kubbeleri ve duvarları
çöken Ayasofya, Mimar Sinan’ın düzenlemelerinden sonra, İstanbul’da yaşanan
nice büyük depreme rağmen bir daha hiç çökmemiştir. Ayasofya etrafında padişah
türbelerinin yapımına da Sultan II. Selim Han için Ayasofya Külliyesi’nin haziresine
Mimar Sinan tarafından inşa edilen ilk türbe ile başlanmıştır.
Fatih Sultan Mehmet Han’dan
itibaren her padişah, Ayasofya’yı daha da güzelleştirme gayreti içinde olmuş ve
zaman içinde yapılan mihrab, minber, kürsü, minareler, hünkâr mahfili,
şadırvan, medrese, kütüphane ve aşhane gibi yapılar ile Ayasofya tam tekmil bir
külliyeye dönüştürülmüştür. Ayrıca, Osmanlı döneminde Ayasofya Camii’nin iç
süslemelerine de büyük önem verilmiştir. Ayasofya hüsn-i hatt ve çinicilik gibi
Türk sanatlarının en zarif örnekleriyle süslenmiş ve mabede yeni estetik
değerler kazandırılmıştır. Böylece, Ayasofya sadece camiye dönüştürülmemiş,
aynı zamanda insanlığın bu ortak mirası muhafaza ve ihya edilmiştir.
Fetihle birlikte camiye
dönüştürülen ve 481 yıl cami olarak hizmet veren Ayasofya, 1930’lu yıllarda
restorasyon çalışmalarının başlamasıyla halka kapatılmıştır. Ardından, 24 Kasım
1934 tarihli bir Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye dönüştürülmüştür. Danıştay,
10 Temmuz 2020 tarihinde söz konusu Bakanlar Kurulu kararını iptal etmiştir.
Hemen ardından Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan imzası ile yayımlanan
2729 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Ayasofya yeniden ibadete
açılmıştır.
Her çeşit baharat ve şifalı bitkilerin satıldığı Mısır Çarşısı İstanbul’un popüler yerlerinden ve çarşılarından birisi. Özellikle İstanbul’a turistik amaçlı ziyaret gerçekleştiren herkes, dönüş yolu öncesi Mısır Çarşısı’na uğruyor ve binlerce çeşit baharat ve şifalı bitkiler ile birlikte sevdiklerine lokum, şekerleme, kahve vb. hediyelik ürünlerden alıyorlar.
Yapı
Osmanlı döneminde yapılan iş hanı ve cami birleşiminin bir örneği olmuş. Zemin
kat üzerine inşa edilen cami bu sayede Haliç’e hakim bir konuma gelmiş.
Merdiven çıkılarak girilen yapının alt katında depolar ve dükkanlar bulunuyor.
Külliye yapısı içinde çarşı haricinde şadırvan, Büyük ve Küçük Han bulunuyor.
Cami mimarisinden çok çinileriyle dikkatleri çekiyor. Cami süslemesinde kullanılan çinilerin başka camilerde görülenin aksine dış duvara taşmış. Burada görülen çiniler kırmızı rengin bulunuşundan sonraki en parlak döneminin eserleridir. Bu çapta çini yoğunluğu başka hiçbir camide bulunmaz.
Anıtın bir yüzü Milli Mücadeleyi, diğer yüzü Cumhuriyet Dönemini
simgelemektedir. Anıtın Milli Mücadeleyi anlatan yüzünde Mustafa Kemal Atatürk
askerlerinin önünde görülmektedir. Diğer yüzünde ise sivil giysileri içinde
Mustafa Kemal Atatürk yanında İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak, hemen arkalarında
askerler ve halk ile birlikte Cumhuriyet Dönemi Türkiye’sini simgelenmektedir.
Milli Mücadele döneminde Rusya’nın yaptığı silah, cephane, para, altın, kısaca maddi ve manevi her türlü yardıma duyduğu minnettarlığın bir ifadesi olarak, iki Sovyet generaline de anıt da yer verildi. Bunlar General Mihail Vasilyeviç Frunze ve Mareşal Kliment Yefremoviç Voroşilov’dur.
Son olarak da anıtın doğu-batı tarafında ki kadın portreleri bulunmaktadır.
Doğu bölümünde yüzü peçeli mutsuz bir kadın yer alırken, batı bölümünde
gökyüzüne bakan ve yüzü gülmekte olan mutlu bir kadın portresi yer almaktadır.
İstanbul’da İlk Tramvay
Çiçek Pasajı, 200 yılı aşkın tarihi ile İstanbul’un en
gözde yerlerinden biri. Çiçek Pasajı’nın şu an bulunduğu yerde, daha önce Naum
Tiyatrosu yer alıyormuş. Fakat 1870 yılında çıkan büyük Beyoğlu yangınında
tiyatro tamamen kül olmuş. Arazi ise yeniden değerlendirilmek üzere Zografos
Efendi tarafından satın alınmış ve çarşı haline getirilmiş. Pasajın iki adet
çıkışı var; biri İstiklal Caddesi’ne, diğeri ise Tiyatro Sokağı’na çıkıyor. 1870 yılında
içerisinde 25 dükkana ve lüks yapılara ev sahipliği yapan Çiçek Pasajı,
İstanbullular için fazlasıyla önem taşıyor diyebiliriz. 1908 senesine
geldiğimizde ise Sadrazam Said Paşa tarafından satın alınmış Çiçek Pasajı.
İçerisine çok sayıda çiçek dükkanının açılması sonucu da Çiçek Pasajı olarak
anılmaya başlanan pasaj, 1908 yılına kadar Hristaki Pasajı olarak
isimlendiriliyormuş. 1940 yılında ilk meyhanenin açılması ile birlikte,
Çiçek Pasajı’nda çiçekçilik yok olmaya başlamış. Pasajın İstiklal
Caddesi girişindeki kapının üzerinde Roma rakamlarının yer aldığı bir saat
bulunuyor. Tıpkı pasaj gibi bu saatin de tarihi değeri bir hayli yüksek. Saat
günümüzde çalışır durumda değil ancak o saat, Çiçek Pasajı’nın tarihi değerini
vurgulamak adına büyük bir önem arz ediyor aslında. Çiçek Pasajı’nın bulunduğu
3 katlı bina da, mimari özelliği ile göz dolduruyor adeta. Kafanızı kaldırıp
yukarı baktığınızda, binaya farklı bir hava katan hayvan ve insan kafası objelerini
görebilirsiniz. Şimdilerde çok sayıda restorana ev sahipliği yapan Çiçek
Pasajı’nda et ızgara çeşitlerinden sulu yemeklere, meyve tabaklarından çeşitli
içeceklere kadar aradınız her lezzeti bulabilirsiniz. Çoğu mekan sabah 11’de açılıyor ve
gece yarısına kadar hizmet veriyor.
Galatasaray Lisesi
Galata Kulesi yığma moloz taş örgü sistemde inşa edilmiştir. Dış cephe taş örgüdür. Girişteki kitabede 16 mısralık methiye II. Mahmut döneminde yapıldığı için onun adına yazıldığı düşünülmektedir.
Galata Kulesi'nin bir efsanesi var, üstelik o kadar
romantik ki… Efsaneye göre Galata Kulesi ile Kız Kulesi birbirine aşıktır ama
aralarında bulunan İstanbul Boğazı, sevgililerin kavuşmasını engellemektedir.
Galata Kulesi aşkını yıllarca mektuplara yazar ve Kız Kulesi'ne olan hasretini
kelimelere döker. Hezarfen Ahmet Çelebi de uçma hayalini gerçekleştirmek için
buraya çıktığında, Galata Kulesi onun kulağına Kız Kulesi'ne olan aşkını
fısıldar ve mektupları ona verir. İstanbul'un üflediği rüzgarı arkasına alan
Hezarfen, mektupları Kız Kulesi'ne ulaştırır. Aşkının platonik olmadığını
anlayan Kız Kulesi, sevinçten havaya uçar. Bu iki aşığın birbirlerine
duydukları bu derin duygular onların yüzyıllara meydan okumasına yardımcı
olmuş, İstanbul'un en güzel manzarasını oluşturmuşlardır.
1853 yılında inşası tamamlanmış olan Ortaköy Camisi, yaklaşık
41 yıl sonra kadar deprem felaketi ile zara görmüştür. Zarar görmesinin
ardından onarım işlemine alınan Ortaköy Cami, 1960
yılında ise çökme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. 1984 yılında bu kez de
yangın sonrasında ciddi tahribata uğramış ve yeniden onarım işlemine alınmak
zorunda kalmıştır. Son olarak yakın tarih olan 2011 ile 2014 yıllarında
Vakıflar Genel Müdürlüğü aracılığı ile restore edilme işlemine alınmış ve üç
yılsonunda bu işlem tamamlanmıştır. 6 Haziran 2014 yılında büyük bir törenle
yeniden ibadet ve ziyarete açılmıştır.
Tarihte ilk kez M.Ö. 513 yılında Pers hükümdarı Dara, Boğaz'ın en dar
olan yeri, yani Rumeli Hisar ile Anadolu Hisarı'nın bulunduğu yerde gemileri
yan yana dizdirerek köprü kurdurmuştur. Bu şekilde 80.000 askeri Boğaz'ın diğer
yakasına geçebilmiştir. Elbette teknik olarak bu bir köprü değildi, yüzen
taşıtlar vasıtasıyla karşıya geçebilmek için kullanılan bir geçittir.
Osmanlı, Rumeli topraklarını
fethettikten sonra köprü yapmayı düşünmüştür. Yıldırım Beyazıd'ın Anadolu
Hisarı'nı ve Fatih Sultan Mehmet 'ın Rumeli Hisarı'nı yaptırmasındaki amaç hep
bu köprüyü inşa ettirmek amacını taşımakta ve buna ön hazırlık olarak
yapılmaktaydı.
Fakat Boğaza köprü yapılması
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra gerçekleşti. Özellikle II. Dünya
Savaşı'ndan sonra Boğaz'ın her iki kesiminde trafik artmıştı ve yüz yıllardır
hayali kurulan Boğaz'a köprü yapılması projesi yeniden ele alındı ve nihayet
köprünün temeli 20.02.1970 tarihinde dönemin başbakanı Süleyman Demirel
tarafından atıldı.