1 Haziran 2022 Çarşamba

Doya Doya İstanbul

Gezimiz Küçüksu Kasrı ile başladı. Denize nazır harika bir yer. Rehberimiz Kadir Bey gezi boyunca çok güzel bilgiler verdi. Ben de bol bol fotoğraf çektim. Şimdi internetteki bilgiler desteğiyle ve kendi çektiğim fotoğraflarla sizlerle paylaşacağım. Hem güzel bir anı olarak kalsın hem de merak edenler için ön bir bilgi olsun. Hadi başlayalım

Küçüksu Kasrı

Pek çok kez yıkılmış ve yeniden inşa edilerek günümüze kadar ulaşmayı başarmış olan Küçüksu Kasrı’nın tarihi Bizans dönemine kadar uzanıyor. Osmanlı döneminde de kullanılmış olan Küçüksu Kasrı, o zamanlar padişahın bahçesi olarak kullanılmıştır. 1700’lü yılların ortalarında yaptırılmış olan Küçüksu Kasrı, 1856 yılında Sultan Abdülmecit tarafından saray haline getirilmiş ve yaklaşık 1 yıl sonunda hizmete girmiştir. 

Görkemli bir giriş kapısı var


Küçüksu Kasrı ziyarete açık. Aynı zamanda bahçede düğün ya da özel organizasyonlar yapılabiliyor.  Cafe restaurantta oturup boğaz manzarası karşısında kahvaltınızı yapabilir. Kahvenizi yudumlayabilirsiniz.



İstanbul Üniversitesi



Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından alınan kararla, 31 Temmuz 1933'te kapatılan Darülfünun'un yerine 1 Ağustos 1933'te İstanbul Üniversitesi kurulur.Kasım ayında Türkiye'nin ilk ve tek üniversitesi olarak eğitim vermeye başlar.


İstanbul'da bir çok yerde tadilat ve yenileme çalışmaları var. Beyazıt Camisi de onlardan biri. Üniversitenin tam karşısında yer alıyor. 

Beyazıt Camisi

Beyazıt Camii, İstanbul’un fethinden sonra şehre inşa edilen ikinci büyük cami. Yapının bulunduğu alan Bizanslılar döneminde Theodosius Forumu olarak bilinen ve şehrin en büyük meydanı olan alanın bir bölümünde bulunuyor.


Caminin bittiği sıralarda II. Beyazıt’ın fakir bir kadından aldığı bir çift güvercini buraya hediye etmiş. Camide ilk Cuma namazını kıldıran kişi de Sultan Beyazıt’tır. Beyazıt kabrinin Eyüp Sultan’da olmasını vasiyet etmiş ama onu devirerek tahta çıkan oğlu Yavuz bu isteğine uymamış. Beyazıt’ın türbesi caminin mihrab duvarının arka kısmında bulunuyor.

Beyazıt Camii İçi


Sahaflar Çarşısı


Sahaflar Çarşısı 1950 yılında çıkan yangından sonra tamamen yanmıştır ve içinde bulunan binlerce yazma eser kül olmuştur. İstanbul Belediyesi yanmayan yerleri kamulaştırıp, ahşap dükkânları da betonarmeye çevirerek, çarşıyı bugünkü mimari durumuna getirmiştir. Ayrıca çarşının ortasına da ilk Türk matbaacısı olan İbrahim Müteferrika’nın büstünü yerleştirmiştir. Bugün çarşıda 17’si çift katlı, 23 dükkân bulunmaktadır.



Sahaflar Çarşısı için Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde 17 yy.da dükkân sayısının 50, ulemaya hizmet eden sahaf esnafının da 300 olduğundan bahsetmektedir.


Kapalı Çarşı


Bir Bursalı olarak yabancı olmadığm bir mimariye sahip. Kuyumcular, hediyelik eşya dükkanları, lokumcular, tatlıcılar, rengarenk kuru meyvalar turistlerin ilgisini hayli çekiyor.



Nuri Osmaniye Camisi

Sultan 1. Mahmud tarafından 1748 yılında yaptırılan Nuruosmaniye Camisi'nin inşasıyla başlayan külliyenin yapımı, 1. Mahmud'un erken vefatı dolayısıyla kardeşi 3. Osman zamanında, sadrazam Mehmet Said Paşa'nın gayretiyle mimar Simeon Kalfa ve Mustafa Ağa yönetiminde 1755 yılında tamamlandı.

İstanbul'un önemli ticaret merkezlerinden Kapalıçarşı'nın Nuruosmaniye çıkışında ve İstanbul'un yedi tepesinden ikincisinde yer alan, cami, hünkar kasrı, çeşme, kütüphane, iki sebil, medrese, türbe, aşevi ve dükkanlardan oluşuyor.












Apolyon (Çemberlitaş) Sütunu




Çemberlitaş sütunu efsanesi; Hz İsa’nın gerildiği haçın tahtalarının, çivilerinin ve kafasına takılan dikenli telin, bu sütunun altına gömüldüğü rivayetine dayanır. Kimi yazarlara göre emanetleri Kudüs’ten getirten Konstantin’in bizzat kendisi iken, kimi yazarlara göre de bu annesi Helena’dır. Çemberlitaş’ın altında bir yer altı mezarı bulunur.

Kimi Hıristiyanların inancına göre Fatih Sultan Mehmet Han, fetihten sonra 11. Konstantin’in naaşını hiçbir zaman bulamadı. İnanışa göre aslında imparator, Çemberlitaş sütunun altında yatıyor. Bir gün Hıristiyanlar (Yunanlar) tekrar İstanbul’u ele geçirdiklerinde yattığı yerden kalkacak ve Müslümanları meydandan uzaklaştıracak.



II. Mahmud Türbesi

II. Mahmud Türbesi, Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecid Han’ın babası Sultan II. Mahmud Han için İstanbul’da inşa ettirdiği, sonradan diğer padişah ve Osmanlı Hanedanı üyelerinin de defnedildiği bir türbedir. 1840 yılında tamamlanan türbe İstanbul’un Fatih ilçesi Çemberlitaş semtinde Divanyolu caddesinde yer almaktadır.


Sultan II. Mahmud Han’ın 1839 yılında vefat etmesinden sonra yerine geçen oğlu Sultan Abdülmecid Han hemen babası için Mimar kardeşler Ohannes Dadyan ve Boğos Dadyan’dan bir türbe inşa etmelerini istemiştir. Türbenin yapılması için kullanılan arazi II. Mahmud’un çok sevdiği kız kardeşi Esma Sultan tarafından tahsis edilmiştir. Esma Sultan’ın o zamanlar bu arazide kendine ait bir yalısı bulunmaktaydı.


Türbenin yanındaki avlu 1861 yılında hazireye (türbeye bağlı kabristan) dönüştürülmüş ve büyük çoğunluğu 1840–1920 tarihleri arasında görev yapmış devlet adamları ve yazarlar, şairler bu avluya defnedilmişlerdir. Burada Osmanlı taş işleme sanatının en güzel örneklerini yansıtan mezar taşları ve lahitler bulunmaktadır.


Ayasofya


Ayasofya aynı yere üç kez inşa edilmiş bir eserdir. Günümüzdeki Ayasofya “Üçüncü Ayasofya” olarak bilinmektedir. Ayasofya’nın ilk inşaatı Hıristiyanlığı Roma İmparatorluğu’nun resmi dini olarak kabul eden I. Konstantin döneminde başlatılmıştır. İstanbul’un yedi tepesinden birincisi üzerinde ahşap çatılı bir bazilika olarak inşa edilen ve o dönemde ‘Büyük Kilise’ ismiyle anılan bu yapının açılışı, 360 yılında II. Konstantin döneminde gerçekleşmiştir. 404 yılında başlayan isyanda çıkan bir yangın neticesinde büyük ölçüde harap olan bu yapıdan günümüze ulaşan bir kalıntı bulunmamaktadır.



İkinci Ayasofya, İmparator II. Theodosius tarafından birincisinin üzerine inşa ettirilmiş ve 415 yılında ibadete açılmıştır. Yine bazilika şeklinde ve ahşap çatılı olarak inşa edilen bu yapı ise, 532 yılında İmparator Jüstinyen aleyhinde çıkan Nika Ayaklanması’nda isyancılar tarafından yakılıp yıkılmıştır.İmparator Jüstinyen isyanın hemen ardından ilk ikisinden çok daha büyük ve görkemli bir Ayasofya yaptırmaya karar vermiştir. Üçüncü Ayasofya Bizans İmparatoru I. Jüstinyen tarafından 532-537 yıllarında inşa ettirilmiştir.



Doğu Roma’nın İmparatorluk Kilisesi olarak kullanılan Ayasofya, tarih boyunca isyanlar, savaşlar ve doğal afetler yüzünden sık sık tahrip olmuştur. Ayasofya en büyük yıkımlardan birini 1204’te 4. Haçlı Seferi’nde şehrin istila edilmesiyle yaşamıştır. Haçlılar tüm şehirle birlikte Ayasofya’yı da yağmalamıştır. İstanbul’da 1204 yılından 1261 yılına kadar süren Latin işgali müddetince Ayasofya, Roma Katolik Kilisesi’ne bağlı bir katedrale dönüştürülmüştür.



Ciddi hasarlar almış olan Ayasofya, İstanbul’da tekrar Doğu Roma idaresinin sağlanmasının ardından tamirlerle ayakta tutulmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte, yapılan tamiratlar yetersiz kalmış ve 1346 yılında Ayasofya’nın doğudaki başkemeri ve kubbenin bir kısmı çökmüştür. Latin istilasından İstanbul’un fethine kadar geçen dönemde Ayasofya en karanlık çağını yaşamıştır. İki defa yıkılıp üçüncü kez inşa edilen, yüzyıllar boyunca savaşlar ve isyanlar nedeniyle tahrip edilen, bakımsızlık ve mimari hatalar yüzünden belirli kısımları çöken Ayasofya, İstanbul’un Fatih Sultan Mehmed Han tarafından fethine kadar sürekli yıkılma tehlikesi altında varlığını sürdürmüştür. Ayrıca, Katolik-Ortodoks mezhep kavgası yüzünden mabedin sosyolojik ve sembolik anlamı da büyük zarar görmüştür.



Osmanlılar fethin nişanesi olarak kabul ettikleri ve kıymet verdikleri Ayasofya Camii’ne Fatih Sultan Mehmed Han’dan itibaren büyük özen göstermiş, bakım-onarım faaliyetlerini sürekli hale getirmiş ve camiyi eskisinden çok daha sağlam bir yapıya kavuşturmuştur. Bilhassa Mimar Sinan’ın Ayasofya’ya yaptığı eklemeler ve düzenlemeler, bu insanlık mirasının bugün hâlâ ayakta kalmasında çok büyük rol oynamıştır. Ayasofya’nın ilk minaresi de Fatih Sultan Mehmed Han döneminde ahşaptan inşa edilmiştir. Uzun yıllar varlığını sürdüren bu minare 1574 yılındaki büyük tamiratta kaldırılmıştır. Ayasofya Camii’nin ikinci minaresi ise, Sultan II. Bayezid Han döneminde tuğladan inşa edilmiştir. Ayasofya’ya en fazla ilgi gösteren Osmanlı padişahlarından biri de Sultan II. Selim Han’dır. Binanın yorgunluk emareleri göstermesi üzerine II. Selim Han, Mimar Sinan’ı Ayasofya’nın bakım ve onarımı için vazifelendirmiştir. Doğu Roma döneminde defalarca kubbeleri ve duvarları çöken Ayasofya, Mimar Sinan’ın düzenlemelerinden sonra, İstanbul’da yaşanan nice büyük depreme rağmen bir daha hiç çökmemiştir. Ayasofya etrafında padişah türbelerinin yapımına da Sultan II. Selim Han için Ayasofya Külliyesi’nin haziresine Mimar Sinan tarafından inşa edilen ilk türbe ile başlanmıştır.



Fatih Sultan Mehmet Han’dan itibaren her padişah, Ayasofya’yı daha da güzelleştirme gayreti içinde olmuş ve zaman içinde yapılan mihrab, minber, kürsü, minareler, hünkâr mahfili, şadırvan, medrese, kütüphane ve aşhane gibi yapılar ile Ayasofya tam tekmil bir külliyeye dönüştürülmüştür. Ayrıca, Osmanlı döneminde Ayasofya Camii’nin iç süslemelerine de büyük önem verilmiştir. Ayasofya hüsn-i hatt ve çinicilik gibi Türk sanatlarının en zarif örnekleriyle süslenmiş ve mabede yeni estetik değerler kazandırılmıştır. Böylece, Ayasofya sadece camiye dönüştürülmemiş, aynı zamanda insanlığın bu ortak mirası muhafaza ve ihya edilmiştir.



Fetihle birlikte camiye dönüştürülen ve 481 yıl cami olarak hizmet veren Ayasofya, 1930’lu yıllarda restorasyon çalışmalarının başlamasıyla halka kapatılmıştır. Ardından, 24 Kasım 1934 tarihli bir Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye dönüştürülmüştür. Danıştay, 10 Temmuz 2020 tarihinde söz konusu Bakanlar Kurulu kararını iptal etmiştir. Hemen ardından Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan imzası ile yayımlanan 2729 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Ayasofya yeniden ibadete açılmıştır.



Cağaloğlu Hamamı 

1741 yılında inşa edilen Cağaloğlu Hamamı, Osmanlı İmparatorluğu döneminde uzun bir süre sonra yapılan en son hamamdır. Ayasofya Camii içinde yer alan Sultan Mahmut Kütüphanesi'ne bir gelir temin etmek amacıyla İstanbul, Eminönü, Alemdar'da Prof. Kazım İsmail Gürkan Caddesi'nde çifte halk hamamı olarak inşa edilmiştir. O dönemin baş mimarlarının isimlerine baktığımızda, Süleyman Ağa ile başlayıp Abdullah Ağa ile bitirildiğini görürüz. İstanbul'da inşa edilebilecek bu türün en son örneğidir ve o kadar başarılı bir hamamdır ki, günümüzde hâlâ faaliyet vermektedir. Kadın bölümünün giriş kapısı bir ara sokak olan Hamam Sokağı’nda; erkeklerin girişi ise her iki tarafta klasik mukarnas başlıkları olan iki mermer sütun ile ana yolda yer almaktadır.




Türkiye'nin en büyük postane binasıdır.







Civarda yer alan tarihi binalar. Zamanında
banka olarak yapılmış şu anda otel olarak kullanılmakta






Her çeşit baharat ve şifalı bitkilerin satıldığı Mısır Çarşısı İstanbul’un popüler yerlerinden ve çarşılarından birisi. Özellikle İstanbul’a turistik amaçlı ziyaret gerçekleştiren herkes, dönüş yolu öncesi Mısır Çarşısı’na uğruyor ve binlerce çeşit baharat ve şifalı bitkiler ile birlikte sevdiklerine lokum, şekerleme, kahve vb. hediyelik ürünlerden alıyorlar.


Mısır Çarşısı 1660 yılında inşa edilmiş ve adını döneminde Hindistan ve uzak doğudan ticaret için gelen malların ve özellikle baharatların Osmanlılar döneminde Mısır Karavanı ile Mısır üzerinden buraya gelmesinden almış.


Rüstem Paşa Camisi


İznik çinilerinin kullanıldığı Eminönü Rüstem Paşa Cami, sadece İznik çinilerinin kullanımı ile değil 
bu kullanımdaki zenginliği, motif ve kompozisyon bakımından çeşitliliği ile de farklı bir yere sahiptir. 


Yapı Osmanlı döneminde yapılan iş hanı ve cami birleşiminin bir örneği olmuş. Zemin kat üzerine inşa edilen cami bu sayede Haliç’e hakim bir konuma gelmiş. Merdiven çıkılarak girilen yapının alt katında depolar ve dükkanlar bulunuyor. Külliye yapısı içinde çarşı haricinde şadırvan, Büyük ve Küçük Han bulunuyor.



Kanunî Sultan Süley­man'ın kızı Mihrimah Sultan'ın kocası Sadrazam Rüstem Paşa tarafından 1560 yılın­da inşa edilmiştir. Mimar Sinan'ın güzel eser­lerinden biridir.




Cami mimarisinden çok çinileriyle dikkatleri çekiyor. Cami süslemesinde kullanılan çinilerin başka camilerde görülenin aksine dış duvara taşmış. Burada görülen çiniler kırmızı rengin bulunuşundan sonraki en parlak döneminin eserleridir. Bu çapta çini yoğunluğu başka hiçbir camide bulunmaz.


Taksim Atatürk Anıtı


Anıtın bir yüzü Milli Mücadeleyi, diğer yüzü Cumhuriyet Dönemini simgelemektedir. Anıtın Milli Mücadeleyi anlatan yüzünde Mustafa Kemal Atatürk askerlerinin önünde görülmektedir. Diğer yüzünde ise sivil giysileri içinde Mustafa Kemal Atatürk yanında İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak, hemen arkalarında askerler ve halk ile birlikte Cumhuriyet Dönemi Türkiye’sini simgelenmektedir.



Milli Mücadele döneminde Rusya’nın yaptığı silah, cephane, para, altın, kısaca maddi ve manevi her türlü yardıma duyduğu minnettarlığın bir ifadesi olarak, iki Sovyet generaline de anıt da yer verildi. Bunlar General Mihail Vasilyeviç Frunze ve Mareşal Kliment Yefremoviç Voroşilov’dur.


Son olarak da anıtın doğu-batı tarafında ki kadın portreleri bulunmaktadır. Doğu bölümünde yüzü peçeli mutsuz bir kadın yer alırken, batı bölümünde gökyüzüne bakan ve yüzü gülmekte olan mutlu bir kadın portresi yer almaktadır.


Tarihi Tramvay


İstanbul’da İlk Tramvay

İstanbul’da tramvay inşaatı, Kostantin Karapano Efendi’ye verilen imtiyaz neticesinde gerçekleşti. 1870 Mart’ında şirketin hazırladığı tramvay hattı haritaları ve istimlâk planları onaylandı ve 1871 yılında Azapkapı-Beşiktaş hattı deneme seferlerine geçildi.
Hat boyunca Karaköy, Kabataş ve Beşiktaş’ta olmak üzere üç adet durak ve bekleme salonu inşa edilmişti. Tramvay, durakların dışında durmayacaktı. Bununla beraber, Londra, Paris ve Viyana gibi Avrupa şehirlerinde de görüldüğü üzere, tramvay hareket halinde iken binenlerin olacağı da farz ediliyordu. Yol tek hat olduğundan, aksi yönden gelen tramvayların karşılaşacağı yedi korozman noktası yapılmıştı. Vagonlar Viyana’da inşa edilmişti. Vagonları çekecek atlar ise bu işleme uygun olarak yetiştirilmiş, katana adı verilen Macar atları idi.  Azapkapı-Beşiktaş hattı 31 Temmuz 1871 tarihinde açıldı. Bu münasebetle Tophane’de düzenlenen büyük törene, hastalığı sebebiyle hazır bulunamayan Sadrazam Âli Paşa’yı temsilen Şurayı Devlet Reisi Kamil Paşa başta olmak üzere, Hüseyin Avni Paşa, Ethem Paşa ve öteki devlet ileri gelenleri, yabancı ülke elçileri, ticari ve mali çevrelerden birçok zevat katılmıştı.  Bunaltıcı yaz sıcağına rağmen, tören alanında çok kalabalık bir halk topluluğu da birikmişti. Böylece İstanbul’un ilk atlı tramvayı hizmete girmiş oluyordu. Düzenlenen tarifeye göre her sabah ilk tramvay 06.30’da Beşiktaş’tan hareket edecek, son tramvay ise akşam 19:20’de Azapkapı’dan kalkacaktı. Her iki yönde yirmi dakikada bir sefer yapılacaktı. Birinci mevki yolculuklarda Azapkapı veya Beşiktaş’tan Kabataş’a kadar 40 para, hattın tamamı için 80 para alınacaktı. İkinci mevkide bu ücretler yarı yarıya daha azdı.
Tramvay hizmete girdiği andan itibaren büyük rağbetle karşılandı. Yeni bir ulaşım aracı olmasından dolayı halkın merakını çekmesi tabii idi. Ancak esas olarak, diğer nakil vasıtalarına göre nispeten ucuz olması sebebiyle tercih ediliyordu. Öyle ki, Azapkapı-Beşiktaş arasında çalışan tramvay arabaları yetersiz kalıyordu. Özellikle Tophane veya Kabataş’a gelindiğinde, vagonlarda yer bulmak mümkün olmuyordu. Öte yandan, yapımı sürmekte olan Eminönü-Aksaray hattı da 1871 Ekim’inde tamamlanmış ve deneme seferlerine başlanmıştı. Bu hat da 14 Kasım 1871 tarihinde hizmete girdi. Tramvay her 10 dakikada bir hareket edecekti. Yol boyunca 8 durak yeri tespit edilmişti. Bunlar; Eminönü, Sirkeci, Bâbıâli, Sultanahmet, Sultan Mahmut Türbesi, Beyazıt, Laleli ve Aksaray şeklinde idi. Birinci mevki yolculuklarda, her iki yönden Sultan Mahmut Türbesi’ne kadar olan yarı
yol için 1,5 kuruş, tam yol için 2 kuruş alınacaktı. Bu ücretler ikinci mevki için 1 ve 1,5 kuruş şeklinde idi. 1871 yılı içinde hizmete açılan hatlardan Galata-Beşiktaş arasında 5 ayda 721.957 yolcu Eminönü-Aksaray hattında ise 42 günde 154.364 yolcu taşındı. Toplam 876.321 yolcudan 1.072.495 kuruş gelir elde edildi.5 Şubat 1872 tarihinde Beşiktaş-Ortaköy hattı hizmete açıldı. 14 Ağustos 1872’de ise Aksaray-Yedikule arasında tramvaylar işlemeye başladı. Buradaki ara duraklar Samatya, Ağahamam, Etyemez ve Davutpaşa idi. En nihayet, 14 Ocak 1873 tarihinde Aksaray-Topkapı hattı hizmete girdi.
 
Saint Antuan Katolik Kilisesi


İstanbul’daki en büyük Katolik kilisesi olan St Antuan Kilisesi, 1230 yılında rahipler tarafından inşa edilmiştir. Kurucuları Assisili Aziz Fransua adına yapılan kilise 1639 yılında ve 1660 yılında iki kez yanmıştır. Fakat en son geçirdiği yangından sonra Pera’ya taşınmıştır. Şu anki mimarı, 1906 yılında İtalyan Mimar Giulio Mongeri tarafından yapılmıştır ve İtalyan rahipler tarafından yönetilmektedir. Görkemli ve mistik bir havası olan St Antuan Kilisesi’nde belli gün ve saatlerde Türkçe ve Latince ayinler yapılmaktadır. Ayin olmayan günlerde ziyaret edebilme şansı da vardır. Her dinden her mezhepten insanların ilgisini gören kilisede mum yakabilir dilek dileyebilirsiniz. 







Çiçek Pasajı



Çiçek Pasajı, 200 yılı aşkın tarihi ile İstanbul’un en gözde yerlerinden biri. Çiçek Pasajı’nın şu an bulunduğu yerde, daha önce Naum Tiyatrosu yer alıyormuş. Fakat 1870 yılında çıkan büyük Beyoğlu yangınında tiyatro tamamen kül olmuş. Arazi ise yeniden değerlendirilmek üzere Zografos Efendi tarafından satın alınmış ve çarşı haline getirilmiş. Pasajın iki adet çıkışı var; biri İstiklal Caddesi’ne, diğeri ise Tiyatro Sokağı’na çıkıyor. 1870 yılında içerisinde 25 dükkana ve lüks yapılara ev sahipliği yapan Çiçek Pasajı, İstanbullular için fazlasıyla önem taşıyor diyebiliriz. 1908 senesine geldiğimizde ise Sadrazam Said Paşa tarafından satın alınmış Çiçek Pasajı. İçerisine çok sayıda çiçek dükkanının açılması sonucu da Çiçek Pasajı olarak anılmaya başlanan pasaj, 1908 yılına kadar Hristaki Pasajı olarak isimlendiriliyormuş. 1940 yılında ilk meyhanenin açılması ile birlikte, Çiçek Pasajı’nda çiçekçilik yok olmaya başlamış. Pasajın İstiklal Caddesi girişindeki kapının üzerinde Roma rakamlarının yer aldığı bir saat bulunuyor. Tıpkı pasaj gibi bu saatin de tarihi değeri bir hayli yüksek. Saat günümüzde çalışır durumda değil ancak o saat, Çiçek Pasajı’nın tarihi değerini vurgulamak adına büyük bir önem arz ediyor aslında. Çiçek Pasajı’nın bulunduğu 3 katlı bina da, mimari özelliği ile göz dolduruyor adeta. Kafanızı kaldırıp yukarı baktığınızda, binaya farklı bir hava katan hayvan ve insan kafası objelerini görebilirsiniz. Şimdilerde çok sayıda restorana ev sahipliği yapan Çiçek Pasajı’nda et ızgara çeşitlerinden sulu yemeklere, meyve tabaklarından çeşitli içeceklere kadar aradınız her lezzeti bulabilirsiniz. Çoğu mekan sabah 11’de açılıyor ve gece yarısına kadar hizmet veriyor.


Galatasaray Lisesi


1481 yılında “Galatasaray Enderun Mektebi” adıyla eğitim ve öğretime başlayan Galatasaray Lisesi, İstanbul’un en güzide ve merkezi ilçelerinden biri olan Beyoğlu’nda bulunmaktadır. II. Bayezid döneminin ilk yıllarında kurulan “Galata Sarayı Ocağı” Topkapı Sarayı içindeki Enderun öğrencilerinin ilk ve ortaöğrenimlerini gerçekleştirdikleri Osmanlı saray eğitiminin önemli bir parçasını oluşturan bir kurumdur. 1868 yılına kadar “Enderun Mektebi” (saray mektebi) olarak devlete memur yetiştirme görevini üstlenen okul “Galata Sarayı Ocağı, Galata Sarayı Medresesi, Mekteb-i Sultân, Galata Sarayı Hümayun Mektebî” olarak da adlandırılmaktaydı. 1868 yılından 1923 yılı Cumhuriyet’in ilanına kadar “Galata Sarayı Sultânîsi” olarak batı bilim ve tekniğini de içine alan bir eğitim ve öğretim sistemini benimseyen kurum, Osmanlı’da batılılaşma döneminin ve Tanzimat uygulamalarının bir sembolü olmuştur. 1908 yılında okul müdürü olarak göreve başlayan Tevfik Fikret’in yaptığı yeniliklerle; ilk, orta ve lise bölümleri için 3’er yıllık öğretim programları hazırlanarak eğitim süresi 9 yıla çıkartılmış; Farsça, Arapça, İtalyanca, Latince, Bulgarca, İngilizce ve Almanca dersleri de isteğe bağlı olarak seçmeli ders statüsüne getirilerek, piyano ve keman dersleri de programa dâhil edilmiştir. 600 öğrenci ile öğretime başlayan Türkçe ve Fransızca eğitim verilen “Mekteb-i Sultânî”de yatılılık hizmeti ve burs hizmetleri de verilmiştir. Balkan Savaşları sırasında öğrenci ve öğretmenlerin silah altına alınmasıyla öğretim süreçlerinde sıkıntılı günler yaşayan okuldan 1917 yılında sadece 5 öğrenci mezun olabilmiştir. 1965 yılında açılan Feriye Sarayları ile okula kız öğrenciler de alınmış, 1975 yılında Anadolu lisesi konumuna getirilen okulun eğitim süresi 8 yıl olmuştur.



6 Haziran 1994 tarihli ve 21952 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 3993 sayılı kanunla Galatasaray eğitim ve öğretim kurumu, Galatasaray Üniversitesine dönüşmüştür. Okul üniversite statüsünü almasına rağmen, ortaöğretim kurumu olma özelliğini korumuş ve Galatasaray Lisesi ile ona bağlı İlkokul ve Ortaokul Rektörlüğe bağlı öğretim birimleri olarak tanımlanmıştır. Öğretim kadrosu Türk, Fransız ve İtalyan öğretmenlerden oluşan kurumda öğrenciler bir yıl Fransızca hazırlık ve dört yıl lise eğitimi almaktadır. Okul İstanbul dışında ve içinde ikamet eden öğrencileri yatılı olarak bünyesinde barındırmaktadır. İleri düzeyde teknik laboratuvarlara ve bilgi işlem merkezine, tarih müzesine, zengin kütüphanelere, video salonlarına, kafeterya, sağlık hizmetleri, müzik, tiyatro salonu ve tüm sportif faaliyetlere cevap verecek ünitelere sahip Galatasaray Lisesi, başarılı çalışmalarıyla ülkemize sayısız değer yetiştirmiş, beş yüz otuz altı yıllık mazisi olan köklü ve seçkin eğitim ve öğretim kurumlarımızdandır.



Santa Maria Draperis Kilisesi


Santa Maria Draperis Kilisesi, ilk olarak 1453 yılında Sirkeci’de kurulmuş bir Fransisken kilisesidir.Fransiskenler, gerçek bir hristiyanın her türlü madde değerden yoksun olarak yaşaması gerektiğine inanan ve sürekli seyahat ederek insanları günahlarından arındırmaya çağıran bir tarikattır.Sirkeci’de kurulan kilise, İstanbul’un fethi sonrası Galata’ya taşınmıştır.Burada bir çok büyük yangından etkilenmiştir.Günümüzde yapılan yapı, 1870 yangınından sonra yapılan yapıdır.Kilisenin girişinde bir kitabe bulunur.Bu kitabede Sultan 2.Abdulhamid’e ve dönemin İstanbul temsilcisi Rıdvan Paşa’ya kilise yapımı ve restorasyonu sırasında gösterdikleri kolaylıklar için teşekkür edilmektedir.Aynı zamanda İstanbul’da ilk tıp mektebini kuran Avusturyalı hekim Charles Ambroise Bernard’ın cenazesi de bu kiliseye gömülmüştür.


Galata Kulesi



Galata Kulesi yığma moloz taş örgü sistemde inşa edilmiştir. Dış cephe taş örgüdür. Girişteki kitabede 16 mısralık methiye II. Mahmut döneminde yapıldığı için onun adına yazıldığı düşünülmektedir.

Galata Kulesi'nin bir efsanesi var, üstelik o kadar romantik ki… Efsaneye göre Galata Kulesi ile Kız Kulesi birbirine aşıktır ama aralarında bulunan İstanbul Boğazı, sevgililerin kavuşmasını engellemektedir. Galata Kulesi aşkını yıllarca mektuplara yazar ve Kız Kulesi'ne olan hasretini kelimelere döker. Hezarfen Ahmet Çelebi de uçma hayalini gerçekleştirmek için buraya çıktığında, Galata Kulesi onun kulağına Kız Kulesi'ne olan aşkını fısıldar ve mektupları ona verir. İstanbul'un üflediği rüzgarı arkasına alan Hezarfen, mektupları Kız Kulesi'ne ulaştırır. Aşkının platonik olmadığını anlayan Kız Kulesi, sevinçten havaya uçar. Bu iki aşığın birbirlerine duydukları bu derin duygular onların yüzyıllara meydan okumasına yardımcı olmuş, İstanbul'un en güzel manzarasını oluşturmuşlardır.




Ortaköy Camisi

1853 yılında inşası tamamlanmış olan Ortaköy Camisi, yaklaşık 41 yıl sonra kadar deprem felaketi ile zara görmüştür. Zarar görmesinin ardından onarım işlemine alınan Ortaköy Cami, 1960 yılında ise çökme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. 1984 yılında bu kez de yangın sonrasında ciddi tahribata uğramış ve yeniden onarım işlemine alınmak zorunda kalmıştır. Son olarak yakın tarih olan 2011 ile 2014 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü aracılığı ile restore edilme işlemine alınmış ve üç yılsonunda bu işlem tamamlanmıştır. 6 Haziran 2014 yılında büyük bir törenle yeniden ibadet ve ziyarete açılmıştır.



Boğaziçi Köprüsü
15 Temmuz Şehitler Köprüsü



Tarihte ilk kez M.Ö. 513 yılında Pers hükümdarı Dara, Boğaz'ın en dar olan yeri, yani Rumeli Hisar ile Anadolu Hisarı'nın bulunduğu yerde gemileri yan yana dizdirerek köprü kurdurmuştur. Bu şekilde 80.000 askeri Boğaz'ın diğer yakasına geçebilmiştir. Elbette teknik olarak bu bir köprü değildi, yüzen taşıtlar vasıtasıyla karşıya geçebilmek için kullanılan bir geçittir.

 Osmanlı, Rumeli topraklarını fethettikten sonra köprü yapmayı düşünmüştür. Yıldırım Beyazıd'ın Anadolu Hisarı'nı ve Fatih Sultan Mehmet 'ın Rumeli Hisarı'nı yaptırmasındaki amaç hep bu köprüyü inşa ettirmek amacını taşımakta ve buna ön hazırlık olarak yapılmaktaydı.

 Fakat Boğaza köprü yapılması Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra gerçekleşti. Özellikle II. Dünya Savaşı'ndan sonra Boğaz'ın her iki kesiminde trafik artmıştı ve yüz yıllardır hayali kurulan Boğaz'a köprü yapılması projesi yeniden ele alındı ve nihayet köprünün temeli 20.02.1970 tarihinde dönemin başbakanı Süleyman Demirel tarafından atıldı.



Fotoğraflar kendime ait, bilgiler netten alıntıdır.